2 Aralık 2010 Perşembe

El Clasico mu, Jose Mourinho mu?

Dört gün önce El’in Klasiğini (El Clasico) izleyen 400 milyon kişiden biride bendim. Hani şu Barcelona’nın Real Madrid’i keyif sigarası yaktıracak bir futbolla 5-0 mağlup ettiği maç.
Aşağı yukarı 100.000 kişi Camp Nou’da, 50.000 kişi sinema salonlarında (derbi İspanya’da 73 sinemada yayınlanmış.) milyonlarca insansa evlerinde izledi bu maçı. Aynı hafta GS-BJK maçı olmasına rağmen öyle bir gündem yaratıldı ki eminim birçok kahvede bu maç takip edilmiştir.
Bu derbiden önce ve sonra sokakta, televizyonda, radyoda yani her yerde onlarca Türk “Barçalı” ve “Realli” türedi. Futbolu konuşan herkes bu iki devden birini tutmak zorunda kaldı.
Oysaki Pazartesi izlediğimiz Barcelona ve Real Madrid’in ilk maçı değildi, bildiğim kadarıyla sonuncusu da olmayacak. Bundan önce oynanan 159 lig maçında 505 kere gol sevinci yaşamış bu iki takım. Daha da ötesi maçların skorları bizim derbilerimize de pek benzemiyor. Örneğin; Pep önderliğinde Barça’nın  5. kez ezeli rakibini 5-0 mağlup ettiği gibi, Madrid ekibinin de 11-0 ve 8-2 gibi farklı galibiyetleri bulunuyor. Geçen seneki 6-2’lik maç dahil hiçbir maç bu denli ses getirmedi.
Peki bu maçı bu denli konuşulur ve farklı kılan nedir?
Tabi ki Jose Mourinho.
Kim bilir beklide Porto’yu mucizevi bir şekilde hem UEFA hem Şampiyonlar Ligi kupası sahibi, Chelsea’yi 50 yıl sonra lig şampiyonu ve İngiliz Büyükler Masasında afili bir sandalye sahibi, Inter’i yarım asır sonra Avrupa şampiyonu yapması ve neredeyse kimsenin tartışamadığı teknik direktörlük yeteneği olması bu etkiyi yaratmasına yeterli olmazdı. Futbol tarihi bu kadar olmasa da buna yakın performanslar görmüştür elbet. Mourinho’yu farklı kılan beklide iddialı, açık sözlü, megaloman ve gerçekten “küstah” olmasıydı.
Chelsea’de işinin zor olduğunu söyleyen gazetecilere “Eğer işimin kolay olmasını isteseydim, Porto’da kalırdım. Güzel mavi koltuk, UEFA Şampiyonlar Ligi kupası, Tanrı ve Tanrı’dan sonra ben...”  diyebilecek kadar megaloman, tüm dünyanın hayranlıkla izlediği Messi Del Horno’yu oyundan attırdıktan sonra “Barcelona, muhteşem tiyatrolarıyla bir kültür kenti. Bu çocuk da artistliği iyi öğrenmiş.” diyecek kadar açık sözlü, Türkiye’ye geldiği zaman gözlerimize inanamadığımız Rijkaard için “Benim futbol hayatımda koca bir sıfır var. Ancak onun futbol hayatı mükemmeldi, başarılarla doluydu. Benim teknik direktörlük kariyerimde kupalar varken, bu kez Rijkaard’ın elinde koca bir sıfır var.” diyecek kadar iddialı ve “Futbol menajerlerini yeni veya eski diye değerlendirmem. Ben iyiye ve kötüye inanırım. Başarıya ulaşanlar ve ulaşamayanlar... Lütfen küstah olduğumu düşünmeyin ama ben Avrupa Şampiyonu’yum ve özel biriyim.” diyecek kadar küstah bir adam.
Eminim dünya futbolu bu “yenilmez küstah”ın boyun eğişini izlemekten keyif duyan ve aynısını yapabilmek için kariyerini silip atmaya razı bir yığın teknik direktör ile doludur. Kim bilir belki bu denli açık bir Mourinho hüsranına tanıklık edemeyiz. E o zaman 400 milyonda bir olmanın değeri de artacaktır.
Olgu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder